-
Yaşama Hakkı
Kadın köpeğe yemek ve su veriyordu. Gülümseyerek, “Köpekleri seviyorsunuz, ne kadar güzel dedim..” “Hayır dedi, hiç sevmem” afalladım kaldım… Devam etti; “Sevmem, ama bu onun ihtiyaçlarını karşılamayacağım anlamına gelmez. Bende fazla yemek var, onun karnı aç. Benim bahçemde su var, o susamış… Bunun sevmekle ne ilgisi var?” “Şaşırdım kaldım; kadın düpedüz köpeğin Yaşama Hakkı’ndan söz ediyordu…” “Diyelim ki, dedi bana” “Sokakta bir adama araba çarptı. Yardım mı edeceğim, yoksa bu adamı sevip sevmediğimi mi düşüneceğim? Elin adamını niye seveyim? Düşmanım da olsa yardım ederim…” “Haklıydı… Kadın bana sağlam bir ders verdi; Hayvan Hakları’nı, kendi sevgim gibi bireysel bir kavram üzerinden ele almamayı öğretti. Hayvanlar sırf dünyada yaşıyor olmakla, buranın tüm…
-
Evlenmeden Önce
“Evlenmiş boşanmış, elli yaşlarında aklı başında biri olarak tanıdığım Hanımefendi’ye üzerinde çalıştığım ‘EVLENMEDEN ÖNCE’ adlı kitaptan söz ettim. Doğan Bey dedi, şimdiki aklımla yeniden evlenecek olsam, kişiyi daha iyi tanımak için şu dört durumda nasıl davrandığını görmek isterdim. Anlatmamı istermisiniz? Anlatmasını rica ettim, kısaca şöyle açıkladı: 1- Aç olduğu zaman nasıl hissediyor ve nasıl davranıyor, ona bakardım. Duygusal bakımdan olgun değilse, aç insan sabırsız ve bencil davranmaya başlıyor. 2- Öfkeli olduğu zaman, bir şeye kızdığı zaman nasıl konuşuyor, nasıl davranıyor, dikkatle gözlerdim. Bencil insanın kızgınlığı ile olgun insanın kızgınlığı farklıdır. Diyebilirim ki bir insanın olgunluğunun en iyi göstergesi öfkesini nasıl yönettiğidir. 3- Kendini yalnız hissettiği zaman ne yapıyor? İçine kapanıp…
-
Yankı
Dağlık bir bölgede adam küçük oğluyla yürürken, oğlan ayağını taşa çarpar ve can acısıyla, “ahhhh” diye bağırır. Dağdan, “ahhhh” diye bir ses gelir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla, “Sen kimsin?” diye bağırır; ama aldığı tek yanıt, “Sen kimsin?” olur. Çocuk bu yanıta kızar ve, “Sen bir korkaksın!” diye bağırır. Dağdan aldığı yanıt, “Sen bir korkaksın!” dır. Babasına bakar ve “Baba ne oluyor?” diye sorar. “Oğlum dikkat et” diyen baba, vadiye doğru, “Sana hayranım!” diye bağırır. Ses, “Sana hayranım!” diye yanıtlar. Baba, “Sen harikasın!” diye yine bağırdığında, bu kez dağdan, “Sen harikasın!” yanıtı gelir. Çocuk şaşırmıştır, ama hala ne olduğunu anlayamamıştır. Baba oğluna durumu açıklar; “Oğlum. insanlar buna…
-
Ağrı Dağı
Hikaye bu ya; Ağrı Dağı’nın bulunduğu yer bir zamanlar ova imiş. Burada yaşayan bir köylünün iki kızı varmış. Bir gün bu iki kardeş odun toplamaya gitmişler. Yeterince odun topladıktan sonra, abla odun dengini küçük kardeşin sırtına yüklemiş ve yola koyulmuşlar. Biraz gidince yorulan ve beli ağrıyan küçük kız ablasına; – Belim çok ağrıdı abla, ne olur biraz da sen taşı diye seslenmiş. Ablası kulak asmamış. Biraz daha gitmişler, küçük kız yine ablasına seslenmiş, ablası hiç oralı olmamış. Küçük kız sonunda dayanamamış: – Abla abla, demiş. Senin gibi ablam olacağına olmaz olsun. Dağ olasın, taş olasın, uzun uzun kış olasın belimdeki ağrı adın, seller yağmurlar muradın olsun diye beddua etmiş. Ablası…
-
Kaderin Başına Gelenlere Verdiğin Tepkilerden Oluşur
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya…
-
Mucize
Temmuz güneşinin ortalığı kasıp kavurduğu sıcak bir yaz günü daha bitmek üzereydi… Adam hızlı adımlarla Diyarbakır küçelerini* arşınlıyordu… Bir an önce hedefine varmak isteyen maratoncular gibi yüksek tempoda yürürken yorgun bedeni frene basmış, durup dinlenmek için gölgelik bir yerde bir taşın üzerine oturarak cebinden çıkardığı tütün tabakasından bir sigara sarıp derin bir nefes çektikten sonra gözlerini hafif yumarak düşünmeye başlamıştı… Neden acele ettiğini kendi bile bilmiyordu. Oysa gün boyu güneşin altında inşaatta sırtında çimento tuğla taşımış omuzları yara bere içindeydi. Ama sırtındaki yükün inşaattaki yükten daha ağır olduğunu biliyordu. Daha dün doktor son cevabını vermişti : – Eşinizin ameliyatı burada yüksek riskli olur ameliyat masasından kalkması çok düşük bir ihtimal.…
-
Aynılar Birbirini Çeker
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.” Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Bir gün bir bilge kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da aileleriyle, ait olduğu yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek… O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine, öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte koşar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar. O zaman anlar ki sahip…
-
Neme Lâzım be Sultanım!
Kanûnî Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar… Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir… “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır: “Neme lâzım be Sultanım!” Topkapı Sarayı’nda bu cevabı…
-
Sartebus ve Kim’in Hikayesi
Antik Roma’da yaşamış yaşlı bir adamla genç bir çocuğun hikayesidir bu. Eğer sınırlarınızı aşamadıysanız yaşamınızda çok eksik olduğunu fark edeceksiniz, biraz gayret yeter bence vakit geçmeden bir an önce, özgüvenle… Yaşlı adamın adı SARTEBUS, genç çocuğun ki ise KIM’di… Kim, yalnız yaşayan, yiyecek ve başını örtecek bir çatıdan çok, bir neden arayan, köyden köye dolasan bir yetimdi. “Neden” diye merak ederdi; “Neden her şey bu kadar zor? Biz kendimiz mi zorlaştırıyoruz, yoksa mücadele etmemiz gerektiği için mi?” Bunlar, Kim kadar genç bir çocuk için bilgece düşüncelerdi… Bir gün, aynı yolda seyahat eden yaşlı bir adamla tanıştı… Yaşlı adam, oldukça ağır görünen, üzeri örtülü, büyük bir sepet taşıyordu. Yol kenarında mola…
-
Leyla İle Mecnun
Mecnun; Leyla’sının köyüne gitmek için, dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldı. Mecnun’un tek derdi, bir an önce Leyla’sına kavuşmaktı. Dişi deve ise, geride bıraktığı yavrusunu düşünmekteydi ve onun tek derdi ise, geriye dönmekti. Mecnun bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hisseder ve geriye döner geldikleri köye yani yavrusunun olduğu yere doğru giderdi. Mecnun kendine gelip baktığında, bulundukları yerden çok daha geriye gittiklerini fark ediyordu. Bu yolculuk iki-üç gün böyle sürdü. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırmış kalmıştı. Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, deveden indi ve: “Ey deve!” dedi. “İkimiz de aşığız. Fakat aşklarımız birbirine zıt, birbirine aykırı! Demek ki biz, birbirimizle yol arkadaşlığı yapmaya uygun…